ŞEHİR MEDENİYETTİR
Şehir medeniyettir!
Kabaca ifade etmek gerekirse, insanların sosyal ve ekonomik nedenlerle bir arada yaşama ihtiyaçlarının tezahürüdür şehirler. Ruhlarını bir kenara bırakırsak eğer şehirler için insanların; güvenlik, sağlık emniyet, eğitim, ticaret, çalışma vb. ihtiyaçlarını belirli kurallara tabi olarak yaşadıkları yerleşim birimleridir diyebiliriz. İnsanlık tarihine dair ilk buluntular bile insanların aslında hep şehirleşmek üzere kaygılarının var olduğunu bizlere göstermektedir. Bahsedilen bu kavramlar hep şehirlerin maddi yönleridir. Oysaki şehirlerin maddi yönlerinden de önemli olan bir manevi yönü vardır ki şehirleri medeniyetin beşiği hâline getiren yönü de budur. Bu manevi yöne “ruh” demek aslında hiç de yanlış olmayacaktır.
Şehir ve ruh kelimeleri nasıl bir araya gelir diye sorgulanabilir. Hatta günümüzde şehirlerin bu kadar seküler bir hâl alması “şehirlerin ruhu” kavramına şüpheyi de artırabilir ama zaten maksat doğruları tatbik etmekse eleştirilmesi gereken konu, ruh kavramının şehir kavramından uzaklaştırılmasıdır. Hayatımızın her alanında beton yığınlarına hapsedilmiş olan bizler aslında ruhsuzlaşarak bir makine hâline gelen şehirlerin dişlerini bilemekteyiz. Ne çalışma alanlarımızda ne eğitim alanlarımızda ne de sosyal alanlarımızda maalesef şehirlerimizin tarihinden bir parça bulmak günümüzde münkün değildir. İnsanlara dayatılan sistem karşısında insanların şehirlerin ruhlarını sorgulaması beklemek de bir hayal gibi gelebilir ama şehirleri yöneten kişilerden de şehirlerin ruhuna saygı göstermemesini beklemek kötü bir hayal olabilecekken acı bir gerçek olarak her gün yüzümüze çarpmaktadır.
Şehirlerin ruhu var demiştim. Evet, şu an can çekişseler de her gün öldürülmeye çalışılsalar da sistemli olarak yok sayılsalar da ruhları vardır. Bizim görmezden geliyor olmamız bu gerçeği değiştirmemektedir. Şehirlerin ruhları tarihleri ile yaşıttır. Sadece tarihî eserlerden bahsetmiyorum elbette. 1000 yıldır şehrin dokusunda yer almış olan bir taş parçası, 300 yıldır var olan bir ağaç, şehrin ortasından geçen nehirler, kütüphaneler, dereler göller, göçmen kuşların konak alanları belki onlarca yıllık bir leylek yuvası… Aslında şehrin önemli dönemlerine şahitlik etmiş olan, insanların geçmişle bağ kurmasını sağlayan her şey ayrı ayrı şehrin ruhunun içerisindedir. Asıl soru ise şudur: Şehirlerin ruhu olur da şehirleşmenin ruhu olmaz mı?
Şehirleşme süreci aslında şehrin mevcut durumundaki dokusunu bozmayacak şekilde yürütüldüğü zaman gayet güzel neticeler verebilir. Bir şehrin ekonomik olarak ilerlemesi, nüfusunun artması, artan nüfusun insani ihtiyaçlarının karşılanması belirli bir plan dâhilinde ve rant kaygısı olmadan kurgulanıp hayata geçirildiğinde şehirler büyük atılımlar gerçekleştirebilir. Ülkemizde şehirlerin ruhlarının can çekişmesinin en büyük nedenleri ise planlamanın olabildiğince kötü yapılmış ve yapılıyor olması ayrıca rant kaygısının (kavgasının) çok vahşi şekilde hissediliyor olmasıdır. Rant aslında doğasına uygun ve adil şekilde algılanıp şehrin veya ülkenin geneline paylaştırılsa çok da korkulacak bir kavram değildir. Ancak gelinen noktada ülkemizin genelinde şehir yönetimleri bu duyarlılıktan çok uzaktadır. Yol genişletme çalışmaları nedeniyle kesilen binlerce ağaçlar, yüksek binalar arasında kaybolan tarihî eserler, haksız rant geliri elde etmenin cazibesine kapılanların şehirlerimize yaptığı ihanetler maalesef insanlarımızı şehirlerin ruhlarından koparmakta, beton yığınlarına hapsetmekte ve medeniyetlerimizin temeli olan şehirlerimize ihanet edilmektedir.
Somut örnekler görmek istenilirse birçok şehrimiz için Google’dan öncesi ve sonrası yazılarak gelen ilk birkaç fotoğrafa bakmak yeterli olacaktır. Şehirlerimiz âdeta çıplaklaşmaktadır ve insanların medeniyetlerini tanımasına katkısını bırakın âdeta aralarına yabancılaşması için sanki bilinçli duvarlar örülmektedir. Duygusal ifadeleri bir yana bıraksak dahi hayatın mantıklı gerçekleri bile bu yapılanları asla tasdik etmeyecektir. Şehir merkezindeki binlerce ağacın kesildiği kentler biliyorum. Şehrin 1 saat uzağındaki mesafede bir mesire alanına yüz bin adet ağaç dikmek nasıl buna ikame olabilir? Akciğerlerimizin bulundukları yerlerinden alıp vücudumuzdaki daha boş bir yere nakli ne kadar mantıklıdır? Bazı Anadolu şehirlerinde, suçu şehrin ortasından geçmek olan nehirlerin üstü kapatılmış, yol ve evler yapılmıştır. Bunu mantıkla izah etmek mümkün müdür? Bu derelerin varlıkları dahi üzerlerinde yaşayan insanlar tarafından bilinmemektedir. Tuhaf hırsızlık vakaları neticesinde, haber takibi yapan insanlar belki durumdan haberdar olmaktadır. Tarihî eserlermizi neden çay bahçeleri hâlini almıştır? Yüzlerce yıldır bilim üretilegelmiş mekânların çayları, oraletleri ve nargileleri daha mı lezzetli oluyor?
Vatansever milliyetçi arkadaşlarımızdan bazıları belki bunu Batılılaşmanın ülkemizdeki yan etkileri olarak açıklayacaktır ama Batı’nın 800 yıllık kalelerinde hâlâ o dönemki derebeyinin ailesinden birilerinin yaşıyor olduğu gerçeginin iz düşümünü tarih ve memleket sevgisinde bulabilecek midir acaba? “Biz ki tarihimizi trenlere doldurup envaiçesit ülkelere yollamış neslin torunlarıyız.” cümlesi belki durumu daha iyi özetleyecektir.
Gerek ekonomik gerek kültürel gerekse tarihî olarak şehirlerimizi yeniden ele almak zorundayız. Şehrin idari amirlerinin sorumluluklarından birincisi şehri ekonomik olarak ilerletmekse ikincisi bunu yaparken şehrin geçmisi ile geleceği arasında kurulan köprünün inşaatına devam etmek, böyle bir inşaat yoksa temelini atmaktır. Medeniyetimizi yeniden ayağa kaldırmak ve yüce bir medeniyetin mensubu olduğumuz konusunda insanları motive etmek için bu olmazsa olmaz bir gerçektir. Ülkemizdeki gelir adaletsizliğinin, refahın ve iş gücü arz-telebinin, şehirlerimizin hijyen durumlarının, eğitimdeki seviye farklarının kimisine doğrudan kimisine dolaylı olarak etki eden çarpık kentleşme artık maalesef bir millî güvenlik sorunu hâlindedir. Bundan haberdar olmak, önemli ve radikal kararlar almak ve disiplininden taviz vermeyen planlamalar ve uygulamalar için yarın bile belki çok geçtir. Medeniyetimizi çocuklarımıza aktarırken bu vazifenin bütün analizlerini yapmalı ve emanetimiz olan şehirlerimizi günün koşullarıyla ruhuna ve medeniyetimize uygun şekilde yeniden inşa etmeliyiz.